okuyazciz

Ruh

R.Tugay Özdemir


Gönderme tarihi: 06 Şubat 2010 

R.Tugay Özdemir - RUH

RUH
 
 
I
Aydınlığın günlük savaşa yenik düştüğü, karanlığın 12 saat egemen olduğu dolunayın emrindeki yıldızların zafer naraları attığı, havanın açık olduğu bir günde, uzay imparatorluğunu izliyordum. Gecenin soğuğu baştanbaşa tüm şehri sarmıştı.

Saat 21: 10

Sokaklardaydım, bir yazarın dediği gibi esir şehrin insanlarının sokaklarında, günlük işlerden arınmak için dışarı
atmıştım kendimi. Biraz gezdikten sonra çevremdeki insanların genel olarak takıldığı 3 katlı eski bir binanın altında
bulunan perdeleri sararmış bir kahvehaneye girdim. Sakallı bıyıklı adamlarla doluydu. Hayatımda hiç duymayacağım bir
müzikle kahve insanları beni karşıladı. İçeri ilk girdiğimden mi olsa gerek yoksa her gelene aynı tepkiyi
gösterdiklerinden mi hepsi yüzünü bana çevirmişti. Sessizce, aldırmadan bir masa bularak oturdum. Herkesin önünde,
kullanılmaktan eskimiş olan bir okey ıstakası veya iskambil kâğıtları vardı. Bir çay sipariş ettim. Çay gelene kadar
gözümü etrafta biraz gezdirdim. Yaşlılardan çok 17-18 yaşlarında gençler çoğunluktaydı. Acır gözlerle baktım onlara,
bir gençlik yok oluyor diye geçirdim içimden. Burada ki insanları görünce toplum içinde olmadığımdan şükrettim
tanrıya. Beklediğim gibi değildi. Hoş sohbet bekliyordum. Öyle okumuştum ya kitaplarda, ansiklopedilerde. Çayı getiren
kalfadan birde gazete rica ettim. Ufak boylu, şişman, siyah saçlı bir çocuktu. Başını salladı ve yanımdan uzaklaştı. Birkaç
saniye içinde gazete önümdeydi. Kimsenin okumadığı sanki yeni alınmış gibi olan gazete her halinden belliydi.
Çayımdan ilk yudumumu alırken başlıkları okumaya koyuldum. Fazla bir şey yoktu. Yine her zamanki gibi siyasi haberler
ön plandaydı. Can sıkıntısıydı ya bende ilgimi çekecek bir haber arıyordum. Gazeteyi bırakıp çayımı içmeye devam
ettim. Son yudumumu alırken yanımda birkaç adamın sohbet ettiğini gördüm. “Katılabilir miyim?”, diyerek sordum.
Aralarında en büyükleri olan ak saçlarıyla sakalları birbirine karışmış olan mavi gözleriyle beni süzen adam:
-Buyur yavrum, dedi. Sert görünüşüne karşılık olarak oldukça nazik bir hareket sergilemişti. Tatlı, tatlı
konuşmaya başlamıştı. Sessizce dinliyordum. Adını da sohbet sırasında öğrenmiştim. Kahvede gelip gidenler Ahmet
Amca diye seslenmişti. Eskilerden, geçmişten, yaşadığı olaylardan sıkça bahsediyordu. O sırada yanımıza üzerinde deri
mont bulunan, saçları dökülmeye başlamış esmer bir adam geldi. Keyfi yok gibiydi. Yaşlı adam sordu:
-Hayırdır Hasan. Bir şey mi oldu?
-Hiç hayırlı değil, dedi. Önce biraz durdu sonra tekrar konuşmaya başladı:
-Nar’da gözlerimin önünde bir kız yanında bulunan çocuğu öldürdü. Adam kahvedekilerin dikkatini çekmeyi başarmıştı.
Bulunduğumuz bölümde sessizlik vardı. Adam hüzünlü bir gurur yaşıyordu sanki. Sessizliği bozmak için sordum:
-Polisler bir bilgi verdi mi?
-Sadece ikisinin de yabancı birer gezgin olduğunu öğrenebildim.
-Anlıyorum. Belki kıskançlık cinayetidir ha?
-Bilmiyorum olabilir. Ama hiç tartışma olmadı her şey bir dakika içinde gerçekleşti.
-Cinnet geçirmiş olabilir.
-Büyük ihtimal. Başka bir şey olacağını sanmıyorum. Yakında zaten haberlerde nedeni ortaya çıkar.
Ahmet Amca gözlerini masaya dikmiş öylece bakıyordu. Sırtını sıvazladım:
-Üzülme amca, dedim. Ağzımdan sadece bu iki sözcük çıkmıştı. Ahmet Amca o güzel, mavi gözlerini bana dikti.
-Dünya nereye gidiyor?
-Gerçekten hiçbir fikrim yok.
Kahvehaneden ayrıldığımda saat gece yarısını beş dakika geçmişti. Ahmet Amcanın buğulu gözleri beynimin
bir köşesine tutuşturulmuştu. İlgimi çekecek bir şey arıyordum ve gerçekten bulmuştum. Birden bu isteğim için
kendime olur olmaz küfürler savurdum. Kafamın karışıklığından olsa gerek yerdeki karı yeni, yeni fark etmeye
başlıyordum. Ayaklarım karın üstünde o en sevdiğim tatlı sesi çıkartıyordu. Kıt. Kıt. Kıt.

01 Kasım 2008

Saat 09: 04

316i ile yola çıkmıştım. Günün ilk saatlerinden dolayı yoğun sis vardı. Bir köprünün altından geçerken daha
önce hiç görmediğim bu yeri inceliyordum. Nar Kasabası’na girerken karla kaplı peribacaları gelinliklerini giymiş beni
karşılıyorlardı. Kasabanın merkezine gittim. Bir belediye binası bir cami ve esnaflardan oluşuyordu. Kasabaya girişte
birde park görmüştüm. Kış nedeniyle ıssız görünüyordu. Sabah kahvaltımı yapmamıştım. Bir pastaneye uğrayarak
birkaç simit aldım. Yanına bir çay söyledim. Bu kış gününde sıcak bir çayla birkaç sıcak simit tam hayal ettiğim şekilde
önümdeydi. Ki ben başka bir durumda örneğin mutlu olmak için bu ortamı yakalamayı isterdim. Ama ne yazık ki bir
cinayeti araştırmak için razı oluyordum. Ben böyle düşüncelere dalmışken pastane sahibi yanıma geldi ve eşlik edip
edemeyeceğini sordu. Başımı sallayarak karşılık verdim. Tahta bir sandalye çekerek yanıma oturdu.
-Yabancısınız galiba, dedi. Ona doğru baktım. Ayaktayken daha kısa duruyordu. Fakat oturunca dikleşmişti. Yüzü
inanılmaz derecede beyazdı. Simsiyah saçlarıyla bir uyum içindeydi. Ve kahverengi gözlerini bana dikmiş bir cevap
bekliyordu. Dalgınlıktan kurtularak:
-Evet. Bir fotoğrafçıyım, dedim. İçimden devam ettim. Eski bir olay yeri inceleme fotoğrafçısı Aktan Çeliker. Neden
burada olduğumu eski işimden istifa ettiğimi anlatmak istedim ama sözcükler boğazımda düğümlenip kalmıştı.
-Peribacalarını çekmeye geldiniz sanırım, dedi. Yalnız burada aradığını belki pek bulamazsınız genelde Ürgüp, Göreme
bölgesinde daha hoş görüntüler bulabilirsiniz, diye ekledi üstüne. Tekrar ona baktım gömleği ve kadife pantolonu
buraya uygun değil gibi geliyordu. Konuşmasında da bu yöreye ait bir şive yok gibiydi.
-Buralı mısınız, dedim. Ağzımdan bir anda çıkmıştı. Adam gülümseyerek tatlı bir tebessümle bana baktı. Yüzündeki
kırışıklıklardan 35 yaşlarında olduğu anlaşılıyordu. Yolun yarısına gelmişti.
-Hayır, aslen İstanbulluyum. Fakat eşim buralı onun için buraya taşındık bizde. İstanbul’da bugünlerde yaşamak zordur.
-Haklısınız efendim. Burada yaşamak nasıl, mutlu musunuz?
-Aslında bakarsanız çok güzel bir yer. İnsanları sevecen, yardımseverdir. Böyle küçük bir pastaneyle rahat
yaşayabilirsiniz. Fakat.
-Fakat?
-Fakat dün bir kız burada erkek arkadaşını öldürdü belki duymuşsunuzdur.
-Ah evet kulağıma geldi. Nasıl oldu sizin bir bilginiz var mı?
-Tam merkezde şuradaki caminin önündeydiler. İkindi vaktiydi. Gündüz hava oldukça iyiydi bizde esnaflarla toplanmış
sohbet ediyorduk. Ne olduysa o anda oldu. Kız birden bağırdı sonra yerden bulduğu bir taş parçasını alarak yanındaki
çocuğun kafasını ezene kadar durmadı. Biz sadece bakakalmakla yetindik.
-Yabancıymış galiba.
-Evet, gezginlere benziyorlardı. Birkaç gündür buralarda görmüştüm. Hatta Salı günü gelip benden simit almışlardı.
-Anlıyorum.
-İşte böyle bundan dolayı bende huzursuz oldum. Gözlerimizin önünde bir cinayet gerçekleşti. Daha önce hiç
görmemiştim.
-Kızı ne yaptılar haberiniz var mı?
-Sanırım Nevşehir’de. Emniyet Müdürlüğü’ne götürmüşlerdir.
-Peki, sohbetiniz için çok teşekkür ediyorum. Adım Aktan Çeliker memnun oldum tanıştığımıza.
-Bende Alp Candaş. Memnun oldum.
Saat: 11: 47
Nevşehir Emniyet Müdürlüğü
Sarı mermer taşların üzeri karlardan temizlenmişti. Giriş kapısındaki paspasın üzerinde ayaklarımı silerek
içeriye girdim. Danışmaya Emniyet Müdürü’nün odasını soruyordum. Adam kalın kaşlarının altından bana bakarak:
-Şu taraftan, dedi. Başımı salladım ve gösterdiği yönden devam ettim. 1 dakikalık yürüyüşten sonra müdürün kapısına
ulaşmıştım. Sekreteri “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?”, diyerek beni karşıladı.
-Müdür, dedim. Burada mı?
-Evet, kim geldi diyeyim.
-Aktan Çeliker.
-Mesleğiniz.
-Yazar. Sekreter 10-15 saniyelik telefon görüşmesini yaparken ben yerdeki parkeleri inceliyordum ve yazarlık yalanının
aklıma nereden geldiğini merak ediyordum. Parkeler yeni döşenmişe benziyordu. Duvarlar ve kirişler ise parkelere
karşılık 10-15 yıl yaşlı duruyordu. Sekreter telefonu kapattıktan sonra:
-Sizi bekliyor.
Odaya girdiğimde Emniyet Müdürü tam karşımda bana bakıyordu.
-Şöyle buyurun, dedi. Dediğini yaparak kahverengi çam ağacından yapılmış masasının önünde bulunan sandalyeye
oturdum. Müdür sözlerine devam etti.
-Ne için gelmiştiniz?
-Nar Kasabası’nda yaşanan olay ile ilgili gelmiştim.
-İlgilendiren nedir?
-Bir kitap yazıyorum ilgimi çekti. Kızla konuşmam mümkün müdür?
-Kitabınız konusu neydi?
-İzin verirseniz kızla görüştükten sonra belli olacak.
-Peki, ama sadece yarım saat. Kızın tehlikeli olduğunu duymuşsunuzdur. Sevgilisini gözünü kırpmadan öldüren biri
sonuçta. Fransa büyükelçiliğini bekliyoruz onlar gelene kadar burada tutuyoruz, dedi ve tekrar sonuna ekledi. “Sadece
yarım saat.”
-Nasıl isterseniz.
Yanımda bir polis memuruyla nezarethanede ilerliyorduk. Loş bir ışıkla kaplanmıştı. Burada yaşamanın bir
mağarada yaşamaktan farkı yoktu diye düşünüyordum. İlk nezarethanede 2-3 serseri bulunuyordu. Onlara acır gözlerle
baktım. 17-18 yaşlarındaydılar. En son nezarethanede kız vardı. Polis memuru başımızda durmayı önerdi. Tereddütsüz
kabul ettim. Sonuçta Sevgilisinin kafasını ezerek öldüren bir katille yan yanaydım.
-Merhaba, dedim İngilizce. Kız siyah gözlerini birden üstüme çevirdi. Üzgün ve pişman görünüyordu. Onlar hep böyle
görünmezmiydi ama diye düşündüm içimden. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra “Merhaba” dedi Fransız aksanlı
İngilizcesiyle. Konuştuğuna sevinmiştim. Sonuçta zamanımız kısıtlıydı.
-Konuşabilir miyiz? , diyerek devam ettim yüzüne bakarak. İnanılmaz derecede bir güzelliği vardı. Kim böyle güzel bir
kızla birlikte olmak istemezdiki. Sevgilisinin gerçekten bu kızla çıktığı için çok şanslı olduğunu düşündüm sonra öldüğü
aklıma geldiğinde çok şanssız olduğuna karar verdim. Kız o güzel tatlı yüzünü bana çevirdi. Uzun kahverengi saçları
yüzünü kapatmıştı.
-Bilmiyorum, dedi. Her şey bir anda oldu.
-Hiç bir şey hatırlamıyor musun?
-Hatırlıyorum. Sadece elimde kanlı bir taş olduğunu hatırlıyorum ondan öncesine ait hiç bir şey bilmiyorum.
-Tam olarak baştan anlatır mısın?
-Sevgilimle yani Asrah ile birlikte geziyorduk. Ondan önce bir mağaraya gitmiştik. Sanırım her şey orada oldu.
-Ne oldu?
-Mağaradaydık her yer karanlıktı sonra birkaç ses duyduk. Asrah korkuyla bana “Silly buradan çıkmalıyız” dedi. “Bu
kadar korkak olma Asrah” diyerek karşılık verdim ve ilerledim. Bilmediğim bir ışık haznesi vardı hayatımda daha önce
hiç bu kadar güzel bir şey görmemiştim. Arkama baktım Asrah yoktu. Işığa doğru ilerledim. Hayran kalmıştım. Maviydi
bir insan kafasına benziyordu. Dokundum. Sonra birkaç dakika öylece kaldım. Arkamı döndüm ve Asrah’ın yanına
gittim.
-Ne ışıkta ne vardı.
-Bilmiyorum sadece birkaç cümle söyledi. Aynı sözcükleri Asrah ile gezerken o caminin yanında duydum ve sonrasında
elimde kanlı bir taş vardı, dedi. Çok sakin anlatıyordu. Belki kendini kurtarmak için söylüyordu belki gerçekti. Ama
hikâyesinden gerçekten çok etkilenmiştim. Sonrasında devam etti:
-Ve bir şey daha, dedi.
-Evet, dedim. Heyecanlı bir ses tonum olduğunu anlamıştım poliste arkasını dönerek bana baktı. “Özür dilerim” dedim
ve Silly’e döndüm. “Devam et lütfen.”
-Asrah’ı ölü gördüğümde dünya başıma yıkılmıştı ve benim elimde bir kanlı taş vardı. O anda benim öldürdüğümü
anladım. Ve Asrah’a bakakalmıştım. Ama sonra fark ettim ki. Asrah’ın başında benden başka biri daha vardı sadece
benim görebildiğim biri. Yani sanırım benim görebildiğim biri. Burada veya gelirken birkaç kez gördüm onu.
-Tarif etmen mümkün mü?
-A evet şimdi daha iyi tarif ederim. Senin yanında duruyor, dedi. Bu sözüyle önce sağıma sonra soluma baktım pürüzlü
duvarlardan başka bir şey göremiyordum. Tüylerim diken olmuştu. Sonrasında Silly devam etti:
-Saçları beyaz, üzerinde beyaz bir elbise var. Sizin şu aksakallı dediğiniz cinsten. Mavi gözlü. Tatlı biri, dedi. Silly ayağa
kalktı. Başımızda duran polisin belindeki silahı hızlı bir hareketle aldı. Bunu 1 saniyeden kısa bir sürede yaptığına yemin
edebilirdim. Şaşkınlıkla ona bakıyordum bir yandan da o yanımda duran görünmez kişinin kim olacağını
düşünüyordum. Silly uzun bir süre boyunca bir noktaya baktı sonrasında CZ 75’i kafasına dayadı. “Ahmet Amca’ya
selamlar” dedi. Bu son cümlesi olmuştu. O tatlı beyaz yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. Ve CZ 75’in tetiğini çekti.
Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilmiyordum. Sesi duyan diğer polislerde odaya gelmişti. Geri adım atarak nezarethaneden
çıktım. Emniyet Müdür’de oradaydı. Bana bakıyordu ve kısık bir sesle bana:
-Yarım saat doldu, dedi. Lütfen gidiniz. Gerisiyle biz ilgileniriz.
-Ama önce bir rapor yazayım sanırım önemli bilgiler verdi.
-Işık haznesiyle ilgili mi? Gerçekten inandınız mı?
-Evet, ama…
-Lütfen, dedi. Bu işlerle uğraşmaya gerek yok. Nar’da araştırma yaptık. Mağarada ne bir ışık haznesi var nede ilginç bir
şey. Cinnet geçiren tipik bir batılı genci işte.
-Peki, dedim. Siz kararınızı vermişsiniz.
-Yardımınız için teşekkürler.
2 Kasım 2008
12: 19
Yine Nar Kasabası’ndaydım. Bir önceki gün uğradığım pastaneye tekrar uğradım. Pastane sahibi beni tekrar
karşıladı. Acelem vardı ve konuşmaya vaktim olmadığını söyleyerek.
-Burada bir mağara var mı veya mağaralar.
-Sadece bir tane var.
-Tarif eder misiniz?
-Tabi şöyle buyurun.
13: 09
Pastanecinin tarif ettiği mağaraya ulaştım. Bir peribacasının altında bulunuyordu. Garip bir yerdi. Çevrede
yazlık piknik yapılabilen bağ ve bahçeler bulunuyordu. Birçoğunda ev vardı. Demek yatıyorlardı diye düşündüm.
Mağaraya girme konusunda tereddüt ediyordum. Silly’nin anlatılarından oldukça etkilenmiştim ve gece gözüme uyku
girmemesini sağlamıştı. Arabanın dikiz aynasından baktım çevrede kimse görünmüyordu. Kendime baktım. Gözaltında
morluklar ve torbalar oluşmuştu. Yorgun olduğumu biliyordum ama bu olayın sonunu getirmeliydim. Arabadan çıktım.
Erimiş karla çamur olan toprağa bastım. Çevreye sessizlik hâkimdi. Mağaraya doğru yöneldim. Mağaranın ağzına
geldim. İçeriye göz attım. Derin bir yere benziyordu ve basamaklarla iniliyordu. Ahmet Amca demişti neden
bahsettiğini anlamamıştım. Son bir cesaretle mağaraya girdim. Önümü göremiyordum. Telefonun ışığını kullandım.
Daha derine indiğimde bir ışık haznesi beni bekliyordu. Kalbim olağandan daha hızlı atıyordu. Biraz durdum nefesim
kesilmişti. Sakince nefes aldım ve devam ettim. İndikçe ortam daha sıcak oluyordu. Sona vardığımda Silly’nin bahsettiği
o ışığı gördüm. Yanına yaklaştım. Kalbim duracak gibiydi. Elimi uzattım ve hazneye dokundum. Hiçbir şey
hissetmemiştim. Sadece bir ışıktı. Işıktan elimi çektiğimde arkamda bir başka birinin olduğunu fark ettim. Başımı
çevirdim ve baktım.
 
Daha önce gördüğüm bir siluetti. Siluet yanıma yaklaştığında onun Ahmet Amca olduğunu
anladım.
Ahmet Amca olduğu yerde durarak:
-Dünyamıza hoş geldin, dedi. Ruhlar dünyasına. Sesi o anlattığı tatlı sohbettekinden çok daha kalın ve ürkütücüydü.
 



 

Kullanıcı adı:
Şifre:
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol