okuyazciz

Kanlı Hanımelleri

R.Tugay Özdemir
R.Turgay Özdemir Kanlı Hanımelleri Polisiye-Deneme
 


Kanlı Hanımelleri
Kapak tasarrmı © R.Tugay ÖzdemirEllerini ona doğru açtı ve yardım istedi. Oysa yüzüne hiç bakmıyordu. Gözlerini aşağıya indirdi. Kısık bir sesle:
-Sen bir şeytansın. Ama iyiler kazanacak, dedi. Bu söz üzerine adam ona döndü:
-Evet, ben bir şeytanım. Ve şeytan insanoğlunu cennetten çıkararak mutlak galibiyetini çok önceden kesinleştirdi.
Bu sözler üzerine adamın yüzüne baktı ve yine kısık bir sesle:
-Sen, sen şeytansın.
21.37
Her yer karanlıktı. Ay güneşten topladığı ışığı dünyaya yansıtıyordu. Yasin arabada bulunan arkadaşlarına döndü:
“Kahrolası adam ne zaman gelecek?” , dedi. Arkadaşları şaşkınlıkla ona bakıyordu. Tekrar önüne döndü. Ellerini belinde birleştirdi. Saat ilerliyordu. Aya baktı. Ay yarım olmaya yakın bir biçimdeydi. Bir yerden güzel bir koku geliyordu. Bir ses duydu. Otların arasından hışırtılar geliyordu. Gözlerini kıstı, sesin geldiği yöne doğru bakmaya başladı. Otlar kıpırdıyor, fare gibi bir şey hareket ediyordu. Aslında karanlık bir ortamda ürpermişti. Arkadaşlarına ışığı yakmalarını söyledi. Arkadaşları arabanın farlarını yaktığında bir kirpi gördü. Kirpinin ağzında ise biraz kan. Kirpinin herhangi bir hayvan ölüsü yediğini düşünerek biraz daha yaklaştı. Fakat gördüğü bir hayvan değil insan eliydi. Ürperdi ve şaşkın bir şekilde arkadaşlarına döndü. Arkadaşları tekrar sohbete dalmıştı.
“Bir kirpi.”, diye seslendi. Arkadaşları onu dikkate almadılar. Tekrar baktı ve bir kez daha seslendi:
“Ve önünde bir el var.”
Arkadaşları Yasin’in yanına geldi. Zeynel, Yasin’e bakarak:
“Daha yeni ne dedin?”, diye söylendi.
“Bir kirpi ve önünde bir el var. Bakın işte orada.”, dedi Yasin. Zeynel ve Veysel Yasin’in gösterdiği yere baktılar. Söyledikleri doğruydu. Bir kadın eline benziyordu. Kirpi onu kemiriyor, bir yandan da dikenlerini açarak kendini korumaya alıyordu. Yasin şaşkınlığı bırakıp elini cep telefonuna götürdü. 10 dakika kadar sonra karanlığı polis ışıklarıyla cankurtaran ışıkları aydınlatıyordu.

II

25 Kasın Salı, 22.07
Ay ışığı karanlık odayı tüm güzelliğiyle aydınlatıyordu. Duvarın sarı rengi ay ışığında daha da belirginleşiyordu. Ay ışığının etkisiyle odadaki eşyalar canlı bir görünüme sahip oluyordu. Müge odaya girdiğinde koltukta birinin veya bir şeyin olduğunu fark etti. “Kâtip” diye seslendi. Koltukta ki gölge başını kaldırıp ona baktı. Müge Kâtip’in yanına oturdu. Birkaç dakika pencereden dolunaya baktı. Sonra tekrar Kâtip’e:
“İyi misin hayatım?”
“Evet, gayet iyiyim, sen?”
“…”
Kâtip Müge’nin sessizliğine anlam veremedi ama fazla da umurunda değildi. Müge Kâtip’in sesinde bir şey olduğunu anlamıştı. Dikkatini elindeki çiçekler çekti. Ay ışığıyla birlikte parlıyordu. Fakat odada herhangi bir koku yoktu.
“Ne zamandır buradasın?”, diye sordu Müge. Kâtip başını tekrar kaldırdı ve çiçekleri uzattı. “Bunlar sana.” Müge şaşırmıştı. Kâtip’in biraz önce ki sesinden en ufak bir eser bile yoktu. O kadar içten o kadar samimiydi ki. Çiçekleri aldı ve yanağına bir öpücük kondurdu. “Ben şunları vazoya koyayım.”, diyebildi sessizce kalkarken. Masanın üzerinde ki vazoyu karanlıkta bulmaya çalıştı fakat bulamadı. Işıkları yaktı, elindeki çiçeklere bakakaldı. Ağzından sadece bir sözcük çıktı.
“Kâtip!”
Ve sonrasında karşısında biraz önce yanağına öpücük kondurduğu adam duruyordu. Onun kanlı gözleri kendi gözlerinin içindeydi adeta. Gözlerini kaçırdı elindeki çiçeklere baktı. Bu kanlı hanım elleri hayatında göreceği son şeylerdi.

25 Kasım, 22.17
“Siz” dedi. Orada ne arıyordunuz?
“Sadece arkadaşımızı bekliyorduk.”, dedi Yasin. Zeynel ve Veli sessizce duruyorlardı.
“Niçin?” diye devam etti İhsan. Yasin’in korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu.
“Tatile kampa gidiyorduk.”
“Bu ayda?”
“Kaplıca’ya. Hem daha ucuz.”
“Haklısınız, peki size inanmam için kanıt göstermeniz gerek çocuklar.” Zeynel hareket etti ve cebinden birkaç kâğıt çıkardı.
“İşte efendim bunlar kalacağımız otelin faturaları.”
“Tamam. Bu güzel, çocukları serbest bırakın.” Kürşat şaşkınlıkla İhsan’a baktı. İhsan gözlerini kaçırdı. Yaklaşık 2 ay önce tanıştığı bu adamda kötü bir etki bırakmak istemiyordu fakat doğru olan buydu ve tekrardan Kürşat’a döndü “Çocukları serbest bırak onların bir suçu yok.” dedi.
22.48
Odaya sessizlik hâkimdi. Kürşat tedirginlikten dudaklarını yiyordu. En sonunda dayanamayarak İhsan’a sordu:
“Nasıl inandın patron, gitmelerine nasıl izin verdin?” Sesinde kızgınlıktan çok tedirginlik vardı.
“Eminim onları yapmadı.”
“Nereden anladın?”
“Dikkat etmedin mi?”
“Neye?”
“Korku hâkimdi, eğer gerçekten onlar yapmış olsaydı gayet cesur görünürlerdi.”
“Gerçekten mi?”
“Evet, zaten 15 dakika önce haber geldi çevrede kayda değer bir şey bulunamadı ve daha iyisi -bu senin için kötü haber olabilir- diye ekledi. Buluşacakları çocuk bizden sonra oraya gitmiş.”

06.38
Telefon rahatsız edici tonu ile İhsan’ın başının ucunda çalıyordu. Tek gözünü açarak yavaşça yatakta doğruldu. Yine o operatör servislerinden biri değildir diye dua etti. Eğer öyle olsaydı ağzına geleni sayacaktı. Numaraya baktı tanıdık geliyordu. O önemli kişilerin dışında kimsenin telefonunu kaydetmezdi. Nasıl olsa ona bir şekilde ulaşıyorlardı. Telefonu açtı. Arayan Kürşat’tı.
“Efendim bu sabah bir cinayet bildirisi daha geldi. Şimdi olaya yerindeyiz. Bir kadın ve iki kız kardeşi öldürülmüş. Cesetleri kocası bulmuş. Evin her yeri kan iç…”
“Tamam, bunları gelince konuşuruz. Adres?”
“…”
“Kürşat?”
“Bir dakika efendim.”
“…”
“Alt katınızdayız!”

İhsan merdivenlerden aşağıya iniyordu. Bazen gelip geçerken basamakları sayardı ve şu anda tam 12. Basamakta duruyordu. Görev arkadaşları orada burada koşuşturuyor, kimi parmak izi alıyor, kimi herhangi bir suç aleti arıyordu. İhsan şaşkın durumdaydı. Komşuları öldürülmüştü ve onun hiç haberi olmamıştı. Apartmanda ki sesleri dahi duymamıştı. Uykusunun ağır olduğunu fark etti. Düşündü. Kürşat cesedi kocası bulmuş demişti. Komşularıyla fazla tanışmışlığı yoktu ama adamın vardiyalı çalıştığını biliyordu. Demek karısı ve baldızları öldürüldüğünde gece vardiyasındaydı. Yavaş adımlarla merdivenlerden indi. Onbir, on, dokuz, sekiz, … Son basamağa geldiğinde Kürşat ile karşılaştı. Evin içine bakındı. Her şey Kürşat’ın anlattığı gibiydi. Fakat o güzel koku yine vardı. İçeriye baktı. Ev doğuya bakıyordu ve güneş ışıkları evi dolduruyordu. Uykulu gözlerinin kamaştığını hissetti. Kürşat yüzüne bakarak:
“Efendim”
“Kürşat”
“Günaydın. Cesetler burada görmek ister misiniz?”
“Hayır, Tahsin Bey nerede? Onunla konuşmak istiyorum.”
“Aşağı da cankurtaranda sakinleştirici verdik.”
“Ben onun yanına gidiyorum. Sen gerekli işlerini hazırlar, yaparsın.”

Adam sakinleştiricinin etkisiyle tepkisiz duruyor. Elleriyle saçların dökülmüş kafasını kaşıyordu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Gözlerini İhsan’a dikti.
“Nasıl olur komiserim, neden olur?” dedi.
“Araştırıyoruz Tahsin ağabey.” , diyebildi İhsan samimi olduğunu fark ederek tekrar devam etti.
“Geldiğinde cesetler nasıldı?”
“Baldızlar aynı odadaydı, eşim salondaydı her yerde kan vardı. Zaten görmüşsünüzdür cesetleri dehşete kapılmamak elde değil. Ve…
“Ve.”
“…”
“ Tahsin ağabey?”
“Ve hepsinin başında birer hanımeli çiçeği vardı.”

09.19
İhsan, Kürşat’ı yanına çağırmış cinayet hakkında ki kayıtları istemişti. İhsan:
“Arazide ki ölü kadından çıkan sonuçlar nelerdir?”
“Tecavüze uğramış, ama buna tepki vermiş. Bilekleri demir testeresiyle kesilmiş. Elleri kesildiğinde kadın hala yaşıyormuş. Ta ki omurilik soğanına çivi girene kadar.
“Çivi mi?”
“Evet, efendim ve birde şu hanım elleri her iki cinayette de var.”
“Evet, belki ölünün kokusunu alması içindir.”
“…”
“Neden sustun?”
“Emin misiniz bana pek öyle gelmedi de.”
“Belki dedim zaten.”
“Apartman cinayetiyle ilgili gelişme?”
“Ölü durumları aynı cesetleri görmediniz ama onlarda da çiviye rastladık ve sanırım kadının başka bir adamla ilişkisi varmış.”
“Adamın kimliği belli mi?”
“Ne yazık ki hayır efendim.”
“Peki, kocasıyla bu durumu konuştunuz mu?”
“Evet, birkaç duyum aldığını ama inanmadığını söyledi.” Kürşat’ın son sözcükleri telefon sesinde kaybolup gitmişti. İhsan telefonu açtı:
“Buyurun.”
“İhsan Bey”
“…”
“…”
“Evet.”
“Bu Tahsin beyle ilgili bir haberim var.”
“Nedir?”
“Kendini bir silahla öldürmüş.”
“Nasıl, kendini mi öldürmüş?” İhsan’ın gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Kürşat şaşkınca ona bakıyordu.
“Evet, silahı kafasına dayamış ve bum!”
“Nerede?”
“Kendi evinde, sizleri bekliyoruz.”

III
10.03
Hava serindi. Sonbaharın son günleri olmasına karşı hava sıcaklığı 20 derece vardı. Ilık bir rüzgâr esiyor, ağaçların arasında ıslık çalıyordu. Ağaçların yaprakları döküldüğü için sadece cılız dallarını sallamakla yetiniyorlardı. İhsan çevresine baktı. Kendi binası, kendi sokağı bir an için ona yabancı gelmişti. Son olaylardan sonra binasının kötü bir üne sahip olacağını biliyordu. Kürşat onu takip ediyordu. Tedirgin olmamalıydı. Olsa bile kimseye belli etmemeliydi. Bir günde 4 ölümün gerçekleştiği eve vardılar. Hiçbir şeye dokunulmamıştı. Kendisini arayan adam İhsan’ın yanına geldi. “Buyurun efendim bu tarafta.”, diyerek cesedin yerini işaret etti. İhsan adamın işaret ettiği yöne gitti sonra adama dönerek:
“Tamam, teşekkürler gerisini biz hallederiz. Cankurtaran çağırdınız mı?”
“Hayır efendim. Önce sizin gelip görmenizin daha uygun olacağını düşündük.”
“Peki, gitmeden cankurtarana da haber verin.”
“Tabi.”
İhsan cesede baktı. Tahsin’in kanlarının bir bölümü duvara sıçramış, bir kısmı karısının kanlarına karışmıştı. İhsan Kürşat’a döndü:
“Neden yapmış olabilir?”
“Sizce efendim, eşiniz ve baldızlarınız öldürülse ne yapardınız?”
“Hayır, o yüzden demedim. Belki katil oydu? Belki buda cinayetin son halkası?”
“Sanmıyorum, bence çok basit düşünüyorsunuz.”
“Sence ne peki?”
“Dediğim gibi işte…”
“Araştırılmasını istiyorum. Bu olay en kısa zamanda çözülmeli. Ben buradan eve çıkıyorum.”
“Tabi efendim. Ben durumları size bildiririm.”
21.17
İhsan 10 saattir bir şey yapmıyor sadece oturma odasında sadece cinayetleri birbiriyle bağlamaya çalışıyordu. Belki Tahsin’de karısını aldatıyordu ve hayatında ki diğer kadın arazide bulunan cesetti. Belki Tahsin’in eşinin diğer adamla ilgisi yoktu. Bir süre öylece kaldı. Kafası çok karışmıştı. Gözlerini mavi kanepenin yanında bulunan akvaryuma dikti. Bu akvaryumu odaya uyumluluk sağlasın diye almıştı ve içine de on kadar mavi yunuslardan koymuştu. Ve şimdi gözlerini ondan ayıramıyordu. Balıkların sıkıntı giderdiği gerçekten doğruydu. Telefon çalıyordu, İhsan on saniye sonra telefonun çaldığını fark edebildi. Arayan yine Kürşat’tı.
“Efendim evde değil misiniz?”
“Evdeyim ne oldu? Bir gelişme mi var?”
“Binanızın önündeyim ışıklarınızı kapalı görünce.”
“Uzanmıştım biraz.”
“Size gelebilir miyim birkaç ipucu buldum sanırım.”
“Tabi bekliyorum.” Beş dakika sonra İhsan zilin sesini duydu. Otomatiğe bastı ve kapıda beklemeye başladı. İkinci katta oturuyordu. Kürşat’ın yanına gelmesi bir dakika az sürerdi. Sonuçta 40 basamağı ne kadar sürede çıkabilirdi. Kürşat’ın ayak seslerini duyuyordu. Binanın içinde o güzel hanımeli kokusu vardı. Alt kattan geliyordur diye düşündü. Kürşat ilerde belirdi. İhsan gülümsedi. Kürşat’ta aynı tepkiyi göremedi. Yanına yaklaştığında gözlerine baktı. Nefret dolu ve kanlıydı. Elinde bir buket hanımeli vardı. İhsan gözlerini çiçeklere diktiğinde boynunda ki iğnenin acısını hissetti.

İhsan gözlerini açtı. Başında dayanılmaz bir ağrı vardı. Yerler ıslaktı ve bayılmadan önce izlediği balıkları şimdi yerde çırpınıyordu. Başını çevirdi, akvaryumun kırılmış olduğunu gördü. Uyuşmuş olan kolunu balıklara doğru uzattı. Sonra ellerinin olmadığını anladı. Fakat hiçbir acı hissetmiyordu. Sadece kolundaki uyuşukluğu anlamaya çalışıyordu. İçeriden gelen tıkırtıları duyması uzun sürmedi. Yerinde kıpırdadı, biraz ses çıkardı. Sonra tekrar içeriyi dinledi. Tıkırtılar durmuş, ayak sesleri duymaya başlamıştı. Biraz sonra Kürşat kapıda belirdi:
“Demek ayıldın.”
“Demek sendin.”
“Eveeeet!”, dedi Kürşat yüzünde pişkin bir gülümsemeyle.
“Nasıl saklandın?”
“Polis olmak yeterliydi.”
“Hainsin”
“Genelde şeytansın diyorlar ama buda güzel tanım.” , dedi parmaklarıyla boşluğa yazdı. “Hain”
“Cinayetleri nasıl işledin?”, dedi İhsan bileklerinde ki acıyı yavaş yavaş hissetmeye başlıyordu.
“Anlattığım gibi testere ve çivi.” İhsan çivide vardı diye düşündü ve akıbeti de diğer kurbanlara benzeyecek diye bir kuşku kapladı içini. Kürşat’a döndü:
“Peki, hanımellerinin ölümlerle ne alakası var?”
“Cennet. Bence cennetin kokusu …”
“Sen cehennemliksin!”
“Belki ama dünyada cennetin kokusunu duymak güzel değil mi?”
“…”
“İhsan. Sana çok güzel bir ölüm hazırladım.” İhsan korkmaya başlamıştı ve Kürşat’ın onun gözlerinde ki korkuyu görüp daha mutlu olmuştu.
“Kendi çığlığınla öleceksin.”, dedi ve odadan ayrıldı.
Biraz sonra tıkırtılar tekrar başladı. İhsan yavaş yavaş bileklerinde acıyı hissetmeye başlıyor ve olduğu yerde kıvranıyordu. Aradan bir süre geçtikten sonra Kürşat odaya tekrar girdi. İhsan’ı sırtına aldı ve taşımaya başladı. Kendi evi aynı zamanda mezarı olacaktı. Yıllar önce ruhun bedene kavuştuğu bu evde tekrar bedenden ayrılacaktı. Kürşat onu yatak odasına götürdü. Taze talaş kokusu vardı ve bunun yanında hanımeli kokusu. Kürşat hazırladığı pentagrama İhsan’ı yatırdı. Pentagramın her yerinde hanımeli vardı. İhsan dayanamadı:
“Sen hangi şeytanın piçisin?”
“Seni ne cennete ne cehenneme gönderecek bir piç. İkisini de bu odada yaşayacaksın ve sonsuz boşluğa komşunun ve baldızlarının yanına uçacaksın.” İhsan hala sorgu peşindeydi.
“Komşum, onu nasıl ayarttın?”
“Çok basitti. Şu kokusunu hissettiğin hanımelleri.”
“Bu ayda nereden buldun seni pislik.”
“Yetiştirdim, evde.” Kürşat sakince soruları yanıtlıyor, bir yandan da elindeki şırıngayla uğraşıyordu. İhsan acıya dayanamıyordu.
“O da ne iblis?!”
“Bak şimdi kan akışın nasıl hızlanacak görelim.”, öğrencilerine ders anlata bir öğretmen edasıyla. Kürşat elinde ki şırıngayı İhsan’a batırdı. Beş saniye sonra İhsan’ın bileklerinden kanlar boşalmaya başladı. Artık Kürşat’a küfürler savuruyor, çığlık atarak öldürülmesini istiyordu. Son söylediği küfür boğazına takıldı. Artık hiç bir şey hissetmiyordu. Sadece boynundan omuriliğine bir çivi saplandığını biliyordu. Bilinci hala yerindeydi. Kürşat kurduğu düzeneği harekete geçirdi. İhsan tepe taklak olmuş, ters İsa figürü oluşturmuştu. İhsan gözlerini oynatmayı başarabildi. Kürşat’ı bulmaya çalıştı. Kürşat ise onun kulağına eğildi:
“Kendi çığlığınla öleceksin demiştim, şimdi ben cehenneme sen ise o sonsuz lanete…”
İhsan gözlerini kapattı, ruhunu sonsuz lanete göndermeden bir silah sesi duydu ve ateş çıtırtıları.
— ♦ —
 
 

©R.Tugay Özdemir
28.12.2010

Diğer yazılara dön►




© Kanlı Hanımelleri Romanı Tugay Özdemir'in   izni ile bu sitede yayınlanmaktadır.Kendi ve Sitemizin izni olmadan kopya edilemez, başka yerde yayınlanamaz. 
Yayın hakkı ©
www.okuyazciz.tr.gg 2009
Bilgi için
iletişimi kullanın






► Bu gün Sayfai Kez ziyaret edildi

Kullanıcı adı:
Şifre:
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol